TÜRK SAHABELER

TÜRK SAHABELER




Bugün İslam ümmetinin yüzde yirmisi Türk’tür. Fakat yeryüzünde bugüne kadar Peygambere yazılmış şiirlerin yüzde sekseni Türkçedir. Peygamber adını çocuklarına en çok koyanlar yine Türklerdir. Üstelik Türkler askerlerini bile onun adıyla anarlar: ‘Mehmet’çik derler. Türkler Peygamberlerini çok sevdiler, yaşadılar, yaşattılar. Pekiyi, sevgili Peygamberimiz pek çok millet hakkında bilgi verirken acaba biz Türkleri de tanımış ve tanıtmış mıydı?

Etrafında Süheyb-i Rumi gibi Rum, Selman-ı Farisi gibi İranlı, Şuayip gibi İtalyan, Bilal gibi Habeşli… olduğuna göre, arkadaşları arasında Türk de bulunmuş mudur? Elbette bulunmamasının bir kaybı, ya da bulunmasının bir kazancı olduğundan sormuyoruz bu soruyu. Çünkü O, “ameli geri bırakanı soyu sopu bir yere götüremez” diyen ve soy övünmeciliğinin anlamsızlığını insanlığa öğreten bir rehberdi. Kendi öz kızı dahi soyundan dolayı bir imtiyaz görmemişti.

Fakat peygamber sevgisi iliklerine bu denli sinmiş bir milletin onun yakınında akrabalarının bulunduğunu bilmesi de bir sevinç nedeni olabilir. Bugüne kadar üzerinde pek durulmamış bu konuya biraz değinmekte fayda olduğunu düşünüyor, asıl çabayı konunun uzmanlarından bekliyoruz.

Doğrusu hadis alimlerimizin bu konu üzerinde yoğunlaşmış detaylı çalışmaları yoktur. Yüzeysel ve tartışmalı bir takım bilgiler vardır elimizde. Bunları delilleri ile görmekte herhalde yarar olacaktır.

Türkler Şaman Dini’nden Değildi

Hz. Peygamber döneminde Göktürk devleti vardır. İpek yolu denilen ticaret yolunun çoğuna da hakimdirler. İran şahı Nuşirevan’da Göktürk Hakanı’nın kızı vardır. İnanışları tek Tanrıyaydı. Ulu Tanrı veya Gök Tanrı diye anarlardı O’nu. Sanıldığı gibi şamanist değillerdi. Şamanizm Moğolların diniydi. Din adamları şaman’lardı. Türklerin din adamları ise ‘Kam’ adını taşırdı. Konfüçyanizm, Budizm,Taoizm gibi akımlara ‘mızmız dinler’ adını takmışlardı. Bütün tarihçiler Türklerin tek Tanrı’ya, ahirete, hesaba, cennet ve cehenneme inandıklarını zikrederler(1). Peki,Budizm, Konfüçyanizm, Mecusilik, Şamanizm, Taoizm, Manihaizm, Zerdüştilik… gibi yüzlerce inanış arasında Türkler nasıl tek Tanrı inanışıyla İslam’a bu kadar hazır kalabilmişlerdir?

Tevrat kaynaklı bir görüşe göre Hz. Nuh’un oğullarından Yafes’in bir oğlunun adı Türk’tür. Özellikle İbn-i Haldun ve başka bazı müelliflerce ciddiye alınan bu görüşe göre Türklerin atası da bu kişidir.(2). “Türklerin Soy kütüğü” kitabı da bu görüştedir. Ve ilave eder: Hz. Nuh’tan Kara Han’a kadar Türkler İslam itikadı üzeredir. Karahan’dan sonra bozulmuşlardır. Oğuz Han, Kara Han’ın oğludur ve efsanesindeki hikayesi ilginçtir: Doğduktan sonra üç gün annesini emmez. Üzülen annesinin rüyasına girerek “Bir olan yaratıcıya inanmadığın sürece seni emmeyeceğim” der. Evladına şefkatinden iman eden annesini emmeye başlar Oğuz. Ergenliğinde çevresindeki kızlara hiç ilgi göstermediği ve onları “putperest oldukları için” sevmediği anlatılır. Amcasının putperest olmayan ve çirkin kızıyla evlenmeyi tercih eder. Bu uğurda babasıyla da ters düşer ve onunla savaşır. Babası bu savaşlardan birinde hayatını kaybedince tahta geçer. Adaletle yönetir ülkeyi. Öylesine faziletleri rivayet edilir ki bir peygamberden terbiye almış olabileceği üzerinde durulmakta ve bazı kaynaklarda ‘rahmetullahi Aleyh’ diye anılmaktadır.

Bilge Cihangir Oğuz Han

İktidarında Türkleri zaferden zafere koşturur. Dünyanın Büyük Okyanus’tan Akdeniz’e kadar tek büyük gücü olur. Bütün bu özelliklerine ‘dünya egemenliği’ de eklenince Kur’an’da zikredilen Zülkarneyn’in Oğuz Han olduğu ileri sürülmüştür(3). Kur’an’da Zülkarneyn’in dünyaya hakim olmuş bir kaç kişiden biri olduğu belirtilir. Yaptığı bir seferde Uzakdoğu’da mayası temiz bir kavimle tanışır ve onları Yecüc ve Mecüc denilen bir kavmin zulmünden kurtarmak için bir set yapar. Çin Seddi -ki uzaydan görülecek kadar büyük tek insan yapısıdır- Oğuz Han zamanında yapılmıştır. Hz. Zülkarneyn’in, yaptığı bir seferde artık iyice ilerlemiş bir yaşındayken Hz. İbrahim’le görüşerek onun hayır duasını aldığı anlatılır. Peygamberimizin iki zevcesinden gelen bir rivayette peygamber efendimiz hane-i saadette iken sıkıntılı bir şekilde doğrulur ve üzüntüyle “şu anda Zülkarneyn’in seddinden yüzük genişliğinde bir delik açıldı” der. Acaba peygamber efendimizi üzen neydi? Bilinen sadece bir olay vardır o tarihte: Doğu Göktürklerin Çin ordusu tarafından imha edilmesi olayı. Bu tarihten sonra doğu’nun büyük gücü haline gelecek olan Çin’in önü ancak Türk ve İslam ordularının işbirliği ile Talas’ta kesilebilecektir.

Sevgili Peygamberimiz(sav)’den rivayet edilen bazı hadisler, ‘kanturaoğulları’nın bu ümmeti uzun süre idare edeceğini belirtir. Bilindiği gibi Hz. İbrahim’in üç hanımı bilinmektedir: Sare, Hacer ve Kantura. Hacer’den olan oğlu İsmail’i Arabistan’a bırakmış İsmailoğulları burada zamanla Nabtiler ve Palmirana denilen güçlü devletler kurmuşlardı. Sare’den olan oğlu İshak’ın torunu olan Yakup’un 12 oğlundan İsrailoğullarının oniki kolunun türediği ve Hz. Musa ile Mısır’dan çıkmalarından sonra Filistin’de İsrail ve Yehuda denilen iki devlet kurdukları ve Hz. Süleyman devrinde Yemen’de Sebe devletini ihya ettikleri bilinmektedir. Kantura’dan olan oğullarını da Hz. İbrahim’in tevhidi tebliğ için Horasan’a gönderdiği rivayet edilir. Bu çocuklarının; “diğer çocuklarını yakınında tutuyorsun da niçin bizi uzaklara gönderiyorsun?” diye ağlaştıkları anlatılır.

Kantura’nın Çocukları…

Hz. İbrahim ise, gittikleri yöreyle ilgili bilgi verir onlara. Nasıl hareket edeceklerini anlatır. Onlara yağmur duası öğretir. Bu çocukların Horasan’a gitmesinin nedenini Hz. İbrahim ve Sevgili Peygamberimizin hayatları incelendiğinde bir yere elçi gönderecekleri zaman oralı olmalarına dikkat ettikleri görülür. Bu noktadan hareketle Horasan’a giden çocukların annesinin Orta Asya kökenli olması muhtemeldir. Oğullar Horasan’a geldikten bir süre sonra yaşanan kıtlık ve kuraklıkta onların duasının yağmur getirmesi ‘Han’ ilan edilmelerine ve ‘kanlarının akıtılmasının haram’ ilan edilmesine neden olmuştur. Öyle ki, gerçekten, Türk tarihinde hanların kanı akıtılmaz. Öldürülürken dahi kılıç kullanılmaz, Yay kirişi ile boğulurlar. Bu boğma adeti Göktürklerden sonra Selçuklu ve Osmanlı Hanedanında bile sürmüştür.(4)

Hz. İbrahim’in M.Ö. 2000 yıllarında yaşadığı düşünülürse; dünya tarihinde üç büyük gücün; İsrailoğulları, İsmailoğulları ve Türklerin üç koldan dünya yüzünde belirdiği M.Ö.1500-1000 yılları arasındaki bu güç dengeleri oluşumu da daha iyi anlaşılabilir. İşte, bu temaslardır ki Türkleri İsmailoğulları ve İsrailoğulları arasında olduğuna yakın bir şekilde vahdaniyet görüşüne yatkın tutmuş ve Hz. Peygamberin mesajına açık, hazır bulundurmuştur.

Peygamberimizin geldiği toplum Türklerden habersiz değildi. O devrin süper güçlerinden birisi olan Göktürkler biliniyordu. Hatta Peygamberimizin amcası Ebu Talip, müşriklere karşı onların zulümlerine karşı söylediği bir şiirinde; Müşriklerin, “Peygamberle birlikte neredeyse ta.. Türk kapılarına kadar çekilip gitmelerini istediklerini” ifade eder. Bunun yanında Arap şairler kahramanlık, mertlik ve cesaret söz konusu olunca hep Türkleri örnek gösterirlerdi. Bunlardan bazıları Hassan B.Hanzala, Evs B. Hacer, Şemmah b.Zirar, Nabiğa ez Zübyani ‘dir. Arabistan’da İran kanalından köle statüsünde pek çok Türk olduğu tahmin edilmektedir. Ancak isimler arapçalaştığı için tam ayırd etmek güç olmaktadır.

Türklere Dokunmayın…

Hadis kaynaklarından Buhari, Müslim ve Ebu Davud’da zikredilen Türklerle ilgili pek çok hadis vardır. Bunlardan meşhurları, Arap-Türk savaşı olacağı ve Türklerin Arabistan’ın da ele geçireceği şeklindeki hadistir. Bir diğeri de Peygamberimizin Dış Politika tavsiyesidir: Size “Türkler dokunmadıkça siz Türklere dokunmayın!” Nitekim Hz. Peygamberin bu tavsiyesini tutması sayesinde İslam orduları pek çok kez büyük kayıplara uğramaktan kurtulmuştur. (5)

Yine Kuzey Arabistan’da Dicle’ye yakın yerleşen ve Harboğulları denilen bir kabile, dilleri anlaşılmayan, savaşçı bir topluluktur. Bu sülaleden gelen Mısırlı araştırmacı Muhammed Harb, Harboğullarının dillerini incelemiş ve bunların Türk olduğu ihtimalinin ağır bastığını belirtmiştir. Bunlar Bedir hazırlıkları sırasında peygamberimize elçi göndermişlerdi.

Abdullah b.Mes’ud ve Abdullah b. Abbas Peygamberimizin Bedir Savaşında girdiği yuvarlak bir çadırdan bahsederler. 627 Hendek savaşında peygamberimize kurulan çadıra KubbetütTürki(Türk Çadırı) adı verilmiştir. Bu çadırı kurarken peygamberimiz de çalışmış, hatta İstanbul’un fethedileceği haberini, İstanbul’u fetheden komutana ve askerlerine övgüsünü bu çadırın gölgesinde söylemiştir. Yine, ünlü Hudeybiye anlaşması bu çadırda imzalanmıştır. Mekke’nin fethi öncesi kuşatmada Ebu Süfyan’la bu çadırda görüşmüştür Hz. Peygamber. Ve itikaflarına bu çadırda çekilmeyi itiyad edinmişlerdi. Bu nedenle Ümmü Derda gibi bazı sahabilerin de itikafa (Ramazan Ayı’nın son 10 günü ibadet için hayattan soyutlanmaya) bir Türk çadırı kurarak çekildiği rivayet edilmektedir. Bu çadırın kurulduğu yerde hatıra olarak sahabenin yaptığı günümüze kadar gelen Zübab Mescidi bulunmaktadır(6).

Uhud Savaşı öncesinde Dicle Türk Boylarının İlbeği olan Büğdüz-Aman Hanedanı’nın bir grupla beraber Medine’ye gelerek müslüman oldukları ve bu çadırı da bu heyetten Medine’de kalan bir Türk’ün kurduğu rivayet edilmektedir. Bu Türk boyu İran sınırında olmasıyla da Peygamberimizin devletine stratejik bir kuvvet ikamesi sağlamışlardır(7).

Hz.Hüseyin ve Peygamber Arkadaşlarında Horasan’a Büyük İlgi

Peygamber efendimiz kendisi öldükten sonra ashabına yeryüzüne dağılmalarını ve mümkün mertebe geldikleri memlekete dönmelerini ve bilhassa gençlere sahip çıkmalarını tavsiye etmişti. Bir Horasan seferinde, 300 sahabinin olması bu açıdan ilginçtir. Bunlardan, Arslan Baba denilen ve gerçek adı bile unutulan bir sahabi anlatılır. Hz. Hüseyin’in Kerbela’da abluka’ya alındığında Emevi komutanından son isteği kendisini Horasan’a gidebilmesi için bırakmasıydı. Bu isteğinin dedesi Peygamberden alınmış bir işaret üzerine olduğu düşünülebilir(8).

Ozanların pîri sayılan Korkut Ata bizzat Medine’ye gidip Hz. Ebubekir ile görüşerek Müslüman olmuştur(9).Hz. Ömer zamanında Sasanileri ve Bizans’ı ağır yenilgilere uğratan İslam ordularına İran kışkırtmasıyla bazı küçük Türk boyları saldırır. Komutan Ahnef b. Kays savaşmaya izin ister. Yenmeleri işten bile değildir ama Hz. Ömer kesin emir gönderir: “Türklere ilişmeyin. Keşke onlarla aramızda ateşten bir deniz olsaydı!”

Muaviye zamanında, Ubeydullah b. Ziyad komutasındaki ordular Türkistan içine akınlar düzenler. Bunu öğrenen Muaviye’den mektup gelir: “Anan sana matem tutsun. Harekatı derhal durdur! Onlara neden ilişiyorsun! Vallahi Resulallah’tan duyulmuştur ki Türkler Yavsan otu biten yere kadar hakim olacaklardır.”

Üç Türk Kızı Üç Halife’ye Gelin Oluyor

Hz. Ömer zamanında, ele geçen İran’dan esirler gelir. Bunların arasında Şah Nuşirevan’ın kızları da vardır. Bu üç kızın anneleri devrin Doğu’daki süper gücü Göktürk Hakanı’nın kızıdır. Hz. Ömer bu kişilerin kimliğini öğrenince bunlara esir ve cariye muamelesi yapılmasına izin vermez. Onları güçlü sahabelerle evlendirir. Birisini Şehr Banu’yu Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin ile evlendirir. Bu evlilikten büyük takvası ile meşhur Zeynel Abidin dünyaya gelir(10). Bir diğerini kendi oğlu Asım’a alır. Bu evlilikten doğan kız ünlü Halife Ömer B. Abdülaziz’i dünyaya getirir. Üçüncü kızı ise Hz. Ebubekir’in oğlu Muhammed’le evlendirir. Bu izdivaçtan ise, Selman-ı Farisi’nin yanında yetişen ünlü bilgin Kasım b. Muhammed doğar.

Türk Sahabeler

Sahabe (Peygamberin arkadaşları) arasında Türk kökenlilerin de olduğu tahmin edilmektedir. Örneğin Ebu Bekre’nin(11) annesi Türk asıllı bir köle, babası iran asıllı bir köledir. Ebu Huzeyfe’nin azadlısı Salim de Horasan kökenli bir Türk sahabidir. Salim Kur’an’ı en iyi ezberleyenlerden olduğu için Hz. Peygamberin iltifatına mazhar olur. “Kur’an’ı şu dört kişiden öğreniniz”, dediği sahabilerinden birisidir. Medine’ye hicret eden kafilede, üstelik içinde Hz. Ömer gibi büyüklerin de bulunduğu kafileye peygamber tarafından Salim ‘imam’ tayin edilmiştir. Hz. Ebubekir zamanında Müseylemetül Kezzab’a(yalancı Peygambere) karşı yürütülen Yemame gazasının sancaktarıdır. O’nun gibi bir Kur’an hafızının zarar görmemesi için sancağı elinden almak isteyen sahabilere; “Eğer bugün bu sancağı taşımazsam Kur’an ehlinin en bedbahtı benim!” diye karşılık verir. Sancağı düşürmek için şiddetli saldırılardan yara alırken sürekli “Ve ma Muhammedün İlla Resul..”(Muhammed ancak Allah’ın resulüdür”(12) ayetini okumaktadır. Son nefesinde de bu ayeti haykırdığını duymuşlardır. Vefat ettiğinde 28 yaşındaydı. Hz. Ömer, Salim’e özel bir sevgi ve saygı duyardı. Halifeliğinin son yıllarında “Eğer yaşasaydı Salim’e halifeliği bırakmak isterdim” diye sürekli onu anıyordu. Hz. Peygamber Hz. Salim için “Salim Allah’tan korkar. Eğer korkusu olmasaydı, O, Allah’a olan sevgisinden yine günah işlemezdi.” demişti.

Habbab B. Eret de Kufe Türklerinden olan sahabilerdendi. Yine İran üzerinden köle olarak gelmişti. Ümmü Enmar isimli bir kadının himayesinde yaşıyordu. Demirci ustasıydı. Kılıç yapmakta üstüne yoktu. Hz. Ebubekir aracılığıyla Müslüman olanlardandı. Müslüman olduktan sonra gördüğü ağır işkencelerin izini ömür boyu sırtında taşıdı. Hz. Peygamberin sık sık dükkanına uğrayıp sohbet ettiği bir sahabeydi. Hz. Ömer’in kız kardeşi ve kocasının Kur’an öğretmenliğini yaptı. Sonradan birbirlerini çok seven Hz. Habbab ve Hz. Ömer akraba oldu. Habbab(Türk sahabi), Hz. Ömer’in eniştesi oldu. Bedir Savaşında taktik belirlemede önemli katkıları vardır. Yalancı peygamberlerle savaşa ve Suriye’nin fethine katıldı. 657’de Kufe’de vefat etti.

Şehr b. Bazan aslen Hamedanlıdır. İran’dan alınan esir Türklerdenken savaş için gönderildiği Yemen’e yerleşen babasıyla Kisra’ nın Hz. Peygamber’i yakalamak üzere gönderdiği ekiple Medine’ye gelmiştir. Peygamberimizin tayin ettiği ilk vali olan Amr b. Şehr, Şehr b.Bazan’ın oğludur. Yalancı Peygamber Esvedül Ansi tarafından öldürülmüştür.

Doğu Ülkesi’nin Nuru ve Rehberi Olacaksın…

Peygamber Efendimizin “Sen, Zülkarneyn Aleyhisselam’ın inşa ettirdiği bir şehre gideceksin ve kıyamet gününde Doğu ülkesinin nuru ve rehberi olacaksın” dediği rivayet edilen ve Horasan yöresinde yaşayarak ömrünü tamamlayan, Merv’de defnedilmiş sahabi Büreyde b. Husayb’ın hikayesi de ilginçtir: Hicret yolunda Peygamberimizi ödül için öldürmeye gelen 70 kişiden birisiyken, Hz. Peygamberin tatlı dili ve güler yüzü karşısında erir ve arkadaşlarıyla Müslüman olur. Sabah olunca sarığını mızrağa sarar ve “sancaktarın olmak istiyorum Ya Resulallah” der. Bunun üzerine yukarıdaki iltifatları işitir. İslam’ın ilk bayraktarıdır. Hayber’e ilk giren sahabidir. Peygamberimizin tüm savaşlarına katılmıştır. Peygamberimizin katiplerindendir. Hz. Ömer’in ordu komutanlığını yapar. Önce Basra’ya sonra da Horasan’a yerleşir.

Sahabeden Kufe’li olup Kufe’de vefat eden ve Horasan valiliği yapan Abdurrahman b. Ebza ve Basra bölgesinde idari görevler alıp Burada da vefat eden Abdurrahman b. Semure’nin de aslen Türk olduğu tahmin edilmektedir(13)

‘Küfrün İşini Bitiren’ İslam’ın İlk Kadın Şehidi

Sümeyye de Bir Türk Hanımdı

Nihayet, İslam’ın ilk kadın şehidi, asıl adı ‘Pamuk’ olan Sümeyye üzerinde duralım. Araplar tarafından Zandaverd’de(Türklerin yaşadığı Keşker bölgesi İran dolaylarında) esir alınan ve köle olarak getirildiği Mekke’de Peygamber’in amcası Ebu Cehil’e satılan Sümeyye, Yemen asıllı Yasir ile evlendirildi. İslam Tarihi ile ilgili hemen bütün kitaplarda örnek imanı anlatılır. Ebu Cehil’in kölesi iken Müslüman olan ve Hz. Peygamber’e inanan ilk Müslümanlardan olan Sümeyye, İnancı yüzünden kocası Yasir ile birlikte ‘sahibi’ Ebu Cehil tarafından işkencelere maruz bırakılmış ve inancında ısrar edince de parça parça edilerek öldürülmüştür. Bu vahşete maruz kalırken dahi imanını dile getiren Sümeyye, asırlardır Müslümanların gözlerini yaşartan bir örnektir. Sümeyye, İslam’ın ilk kadın şehidi olmuş, İslam toplumlarında büyük bir saygıya layık görülmüştür. Müslümanlar, kız çocuklarına onun adını vermeye çalışmışlar, İslam ülkelerinde camilere adı verilen ender kadın şahsiyetlerden birisi yapmışlardır. Yasir ve Sümeyye, Arap olmadıkları için Mekke’de destek olan akrabaları yoktu. O nedenle Ebu Cehil Peygamberimize ve inananlara gözdağı vermek için onlara işkence etmekten çekinmedi. Onlar da tıpkı Habeşli Bilal (Hz. Peygamber’in Müezzini) gibi inançlarından dolayı eza ve cefa görmüştü. Bilal’dan bir farkla ki onlar sonunda ailecek şehit edilmişlerdi.(14)

Peygamberimize Sümeyye’nin şehit edildiği haberi geldiğinde yanağından süzülen yaşlar eşliğinde dudaklarından şu iki kelime döküldü:

“Artık küfrün işi bitti!”



Kaynakça:

1. Bkz. Prof. Zekeriya Kitapçı, Yeni İslam Tarihi ve Türkistan, Otağ Yayınları,s.39.

2. Bkz. İbn-i Haldun, Tarih-u İbn-i Haldun, Mısır Tabı, c.I., s.8.

3. Bkz. Eski Türkler Hakkında Neler Biliyoruz?… Ahmet Sarıbay,Tarih ve Düşünce Dergisi, c.I. sy.1,sh.43. Ayrıca Zülkarneyn ile ilgili yeni bir yorumun, O’nun uzaylı olduğu ve yeryüzünü uzaydan ordularıyla gelerek ele geçireceği şeklinde olduğu malumdur.

4. Türk Dünyası Tarihi,II. Baskı, s.36. Nevzat Kösoğlu, İstanbul 1991.

5. Kitapçı,a.g.e.s.190-193. Peygamberimizin mektubunu yırtan ve elçisine hakaretler yağdıran İran Kisrası

Hüsrev Perviz Yemen temsilcisine de Peygamberimizi tutuklayarak kendisine getirmesini emretmişti. Zukar harbinde Basra’da İslam Ordularına karşı yenilen İran, aynı anda Türk saldırılarıyla iki şehrini daha kaybetmişti. Arapların Türklerle iyi geçinme politikasının altında İran düşmanlığının da etkisi vardır. Hadislerin tarihi olaylarla nasıl denk düştüğü de kitapta ayrıca incelenmiştir.

6. İslam Tarihi, M. Asım Kösal.

7. Sarıbay,a.g.m.,sh.47. Büğdüz, hizmet eden demektir.

8. Sarıbay,a.g.m.,sh.46

9. Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre, S. Başer, Ankara,1990 s.77

10 Hz. Hüseyin(ra) şehit edilirken bütün çocukları da katledilir. Ancak çok hasta olan Zeynel Abidin’e ne de olsa ölür zannıyla dokunulmaz. Kerbela faciasından hemen sonra Zeynel Abidin Şam’a götürülür. Tüm doktorlar seferber olur ve Allah’ın izniyle çocuk yaşar. İşte, Peygamber efendimizin Seyyid denilen soyu Zeynel Abidin’den yürümüştür. O’na “Seyyidlerin Nuh’u” da denir.

11 .Taif kalesinden kaçarken bir kuyu çıkrığı ile inmiş olması Hz. Peygamberin hoşuna gitmiş ve ona Ebu Bekre(Çıkrık Babası) adını takarak iltifat etmiştir.

12. Al-i İmran,144.

13. Sarıbay,a.g.m.,49.

14. Belâzuri’nin Sümeyye’nin macera dolu yaşamını ayrıntılı anlattığından bahisle konuyu Prof. Muhammed Hamidullah’tan naklen aktaran; Bkz. Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı, Türkler Nasıl Müslüman Oldu, s.10,11, Yedi Kubbe Yayınları, 2004, Konya
To Top