MEKKE'NiN FETHi - 1 OCAK 630

Bu gün Mekke fethinin yıl dönümüdür. Aradan XV. asır geçmesine rağmen İslam tarihindeki bu büyük hâdise hafızalardan silinmemiştir. Hatıralarımızda da ilel-ebed canlı kalacaktır. Sözkonusu İslami inkilabı okuyucularımızla beraber yeniden anımsama maksadıyla “Mekke Fethinin Yıl Dönümü ve Düşündürdükleri” adlı yazımızı takdim edeceğiz. Nebevi hareket metodundan bir tablo olan bu konu, umarım ki, İslami yaşantımıza ışık tutacak mahiyettedir.

İslam tarihinde özellikle de Nebevi siyer çerçevesinde geçmiş olayların analizi yapılarak değerlendirilmeye tabi tutulması, müslümanların siyasi ve sosyal yaşantılarını yönlendirmesi bakımından önem arzetmektedir. Zira geçmişteki olayların bilinmesi kadar, o olayların bizlere vermek istediği mesajları doğru algılamak ve günümüzün şartları içerisinde İslam toplumlarına doğru bir şekilde aksettirmek te o kadar önemlidir. Dolayısıyla akademik camianın ders müfredatlarında Fıkhu’s-Sire adlı dersi, siyerle ilgili olaylardaki fıkhi hükümlerinin kavranması açısından geliştirilmiş önemli bir ilim dalıdır. Bu alandaki çalışmaların yoğunlaştırılması gerekmektedir. Ne varki, tarih, siyer ve megazi yazarları, muhaddislerin, rivayetlerin naklinde gösterdikleri titizliği göstermemişler, sözkonusu rivayetlere, geçmiş olaylar nazarıyla bakıp, bunları sonraki nesillere aktarma kasdıyla toplama gayesi taşıdıkları için, tenkid süzgecinden geçirme gayretinde bulunmamışlardır. Bu nedenle siyer literatüründe yazılmış eserlere bir çok asılsız, mesnedsiz ve uydurma rivayetler girmiştir. Tıpkı, tefsir eserlerine israiliyyata dair rivayetlerin girmesi gibi…

Aslında hadisçilerin gösterdikleri titizliğe rağmen, aynı sorun bazı hadis kitaplarında da görülmektedir. Bu da İslam aleyhine çalışanların dinimizin saffetini bozmak için ne kadar çaba gösterdiklerini ortaya koymaktadır. Bu gibi rivayetlerin İslam dinine ve müslümanlara verdiği zararı açıklamaya gerek yoktur sanırız. Bütün bunlara rağmen geçmiş İslam ulemasının dinimizi, girmiş olan yabancı unsurlardan arındırma gayretleri takdire şayandır.

 Günümüzde bu alana yönelik akademik çalışmalar ve geçmişimizin kültürünü İslam ümmetine kazandırmağa yönelik eserleri tahkik etme faaliyetleri sevindiricidir. Dolayısıyla gerek bu alanda ve gerekse diğer temel İslami ilimler alanında bilimsel çalışma ve araştırmaları sürdürecek, geçmiş ile günümüz arasında köprü kuran, bunun sentezini yapan, İslamî toplumların geleceğini hazırlayan, çağdaş tenkid metodlarından yararlanmasını bilen, tenkid zihniyeti açık, ama iyi niyetli ve İslam geleneğine bağlı olan dinamik akademisyen ve ilim adamlarına büyük ihtiyaç vardır. 

I. Mekke'nin Fethi


Mekke fethi olayından, ibret verici bazı derslerin değerlendirmesini yapmadan önce, gerek Mekke şehri ve gerekse gerçekleşen bu büyük fetihle ilgili kısa da olsa bazı bilgileri arzetmek yararlı olacaktır. Mekke, yeryüzünde ilk inşa edilen mescid.

olan Kabe’nin içinde bulunduğu, Resulülllah’ın doğduğu ve İslam’ı tebliğe başladığı mukaddes ve emin bir beldedir. Hicaz bölgesinde bulunan Mekke, Kur’an’da Ummu’l-Kura ve Bekke isimleriyle anılmaktadır. Nur (Hira) dağı, Sevr dağı Arafat, Müzdelife ve Mina’yı bağrında barındırmaktadır.

Yaz aylarında aşırı sıcak, kış aylarında ise mutedil bir havası vardır. Arazi yapısı taşlık ve kayalı olup, su kaynakları kısıtlıdır. 

İbrahim (a.s.); eşi Hz. Hacer ve oğlu İsmail (a.s.)’ı Cenab-ı Hakk’ın emriyle bu ıssız vadiye bırakır. O devirde Mekke’nin çevresinde hiçbir insan topluluğunun ve su kaynağının bulunmadığı bilinmektedir. Hz. Hacer ve İsmail (a.s.)’a İlahi bir ihsan olarak takdim edilen zemzem suyu, bu vadiye hayat verir.

İsmail (a.s.), Hz. Hacer’in izniyle Mekke’ye ilk yerleşen Curhumî kabilesinden bir kızla evlenir ve soyu buradan çoğalır. Allah’ın emriyle babası İbrahim (a.s.) ile İsmail (a.s.), Kabe’yi inşa eder ve inananları burayı ziyarete çağırır.

Roma, Bizans ve İranlılar, Mekke’yi ele geçirmek istemiş iseler de başarılı olamamışlardır. Kabe’yi yıkmak isteyen Ebrehe ve ordusu, Allah (c.c.) tarafından ebabil kuşlarıyla hezimete uğratılır.

Mekke şehri asıl en büyük inkilabı, Allah Resulü (s.a.v.) ve İslam’ın gelişiyle yaşamıştır. M. 622 yılında Mekke’den ayrılmak zorunda bırakılan Peygamberimiz, en güzide arkadaşı ve kayınpederi olan Hz, Ebu Bekir ile Medine’ye hicret eder.

Medine’de İslam sitesini kurduktan sonra, müşriklerle yapmış olduğu 10 yıllık hudeybiye antlaşmasını, üç yıl sonra müşriklerin sözkonusu antlaşmayı bozmaları üzerine Nebi (s.a.v.), hicretin VIII. Yılında 10.000 kişilik ordusuyla Mekke’yi hiç kan dökmeden 20 Ramazan M. 630 yılında fethederek, Kabe’yi putlardan temizler.

Akabinde bir hutbe irad buyurduktan sonra kendisine zulmeden Mekke müşriklerini affeder. Çok kısa bir zaman zarfında Mekkeliler kendi inançlarının batıl olduğunu anlayarak, müslümanların da kendilerine gösterdiği hoşgörüyle İslamı kabul ederler. Kurulduğu günden beri günümüze kadar Mekke şehri, bütün müslümanların saygı duydukları üç kutsal şehirden biridir.

II. Fethin Düşündürdükleri

XV. asır önce meydana gelen Mekke fethi hâdisesini düşünerek ibret alacağımız imani ve ameli dersler çoktur. Biz ancak okuyucularımıza bu tarihi hâdisenin düşündürdüğü ibret verici bazı önemli dersleri zikretmek istiyoruz. Belirteceğimiz hususların, imanımızı kuvvetlendirecek ve hayatımızı yönlendirecek nitelikte olduğuna inanıyoruz. Sözkonusu dersleri şöyle sıralayabiliriz :

1. ders : Mekke’nin fethi müslümanlar için çok büyük fetihlerin başlangıçı olan bir zaferdir. Böylece Allah’ın Hz. Peygamber’e vadi gerçekleşti zafer ve fetih müyesser oldu. Bunu müşahede eden insanlar, bölük bölük Allah’ın dinine girdiler: “Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman, insanların, Allah’ın dinine bölük bölük girdiklerini görürsün” (Nasr suresi, 1-2), ayetinde bu gerçeğe işaret edilmiştir. Allah’ın yardım ve zaferi ile müminler feraha kavuştular. Böylelikle müminler izzet ve şerefe nail oldular. Fakat bütün bunlar yirmi yıl süren uzun ve meşakkatli bir mücadele, cihad ve sabır maratonundan sonra gerçekleşmiştir. Bu olay bize, dünya ve ahiret işlerimizde ihlas, samimiyet, sabır ve tahammül olmadan, mücadele verip çile çekmeden başarıya ulaşmamız, arzu ettiğimiz emellere kavuşmamız ve olgunlaşarak liyakat kesbetmemizin mümkün olmadığını öğretmektedir. Allahın yardımı, ihsan ve tevfiki ise, sözkonusu aşamadan sonra gelir. Bu hakikatı idrak edemeyen toplumlar hazırcı toplumlardır. Böyleleri, bazı emellerine ulaşsalar bile, elde ettiklerinin kıymetini bilemedikleri için varolan bu nimet veya fazilet nikmete dönüşür veya zail olup gider. Bu da Cenab-ı Hakk’ın kulları üzerinde cari olan kanunun gereğidir.

2. ders : Mekke’nin fethi günü, Mekke müşriklerinin Peygamber (s.a.v.)’e yaptıkları eziyetlere, davetine vurmaya çalıştıkları darbeye ve sahabesini Mekke’den kovmalarına rağmen o, Mekke halkından intikam almamış, aksine, Kabe’nin yakınında Resulüllah’ın haklarında vereceği hükmü beklerken onlara şöyle seslenmiştir : “ Bu gün size ceza yoktur, Allah sizi bağışlasın” diyerek onları bağışlamıştır. Arkadaşlarına da; “sabredelim, onları cezalandırmayalım” demiştir. Bu olay, gerek kendimiz ve ailemize, gerekse kendi toplumumuza bazı haksızlıklar yapılsa bile, eğer bir maslahat sözkonusu ise, karşı tarafı affetmek ve bağışlamayı öğretmektedir. Çünkü böyle bir davranış, fazilettir ve büyüklüktür. Yabancı ülkelerde yaşayan günümüz müslümanlarının, sözkonusu ülkelerde İslamın dininin geleceği adına, müslümanların barıştan yana ve zülme karşı olduklarını göstermek için gayr-i müslümlere karşı daha uysal ve diyaloğa açık insanlar olmak durumundadırlar.

3. ders : Mekke fethi günü Allah Resulü (s.a.v.) putların yıkılmasını ve Kabe’nin onlardan temizlenmesini emretti. Kabe’nin etrafında bulunan 360 putun tamamı yıkıldı. İbrahim, İsmail ve İshak (a.s.) gibi peygamberlerin fal oku çeker şekilde gösteren resimler zağferan ile silindi. Bu resimler silinmeden Nebi (s.a.v.) Kabe’ye girmedi. İçeriye girdikten sonra önce iki direk arasında iki rekat namaz kıldı sonra da dışarıya çıkınca eliyle Haceru’l-Esvedi selamladı. Tekbir getirip, zikir ve şükürde bulunarak kabeyi tavaf etti. İhramsız idi ve başında miğferi vardı, sonra da siyah bir sarık sardı. 

Fetih hâdisesi bize, şirk ile tevhid inancının, küfür ile imanın birbirine denk olamayacağını, hak gelince batılın zail olup gideceğini bildirmektedir. Bu hâdise bazı önemli hükümler içermektedir şöyleki: 

a) Cenab-ı hak bir işte bizleri muvaffak kıldığında tıpkı Resulüllah’ın : “ Öyleyse Rabbını hamd ile tesbih et ve bağış dile, muhakkaki o tevbeleri kabul edendir” (Nasr suresi, 3) ayetine uyarak iki rekat şükür namazı kıldığı gibi, bizimde bu şekilde namaz kılmamız müstehaptır.

b) Heykel ve resimlerin bulunduğu yerde ibadet etmenin ve namaz kılmanın kerahati sözkonusu olmasıdır. Çünkü onun kabeyi suretlerden arındırdıktan sonra namaz kılması bunu göstermektedir.

c) Umre veya hac yapmaya niyetli olmayan kimselerin Mekke’ye ihramsız olarak girebileceklerinin caiz olduğu hükmü anlaşılmaktadır.

4. ders : Mekke’nin fetih hâdisesi, yapılan 10 yıllık Hudeybiye antlaşmasını müşriklerin bozması ve müslümanlara zarar vermeleri sonucu gerçekleşmiştir. Bu hâdise bize, bir müslümanın gerek başka müslümanlarla ve gerekse gayr-i müslimlerle yapacağı antlaşmalara veya akidlere sadık kalmasının gereğini ortaya koymakta, antlaşma süresince her iki tarafın mal ve can güvenliği olduğunu göstermektedir. Hadisi şerifte, “ müslümanlar şartlarının yanındadır”, ifadesince yapılan antlaşmaya bağlı kalma hükmü esastır. Ayrıca müslümanların zayıf, düşmanlarının güçlü olduğu durumlarda harb ehliyle barış antlaşmasının yapılacağı stratejik bir hükmü ortaya koymaktadır.

5. ders : Peygamber (s.a.v.) Mekke’ye girdiğinde ne kendisi ne de ashabı, mağrur ve kibirli fatihler gibi girmemiş, bilakis mütevazi bir şekilde ilahi nimete şükrederek, binek üzerinde fetih suresini okumak suretiyle girmiştir. Mekke’de kaldığı günler suresince dört civarında hutbe irad etmiştir. Sözkonusu hutbelerinde İslam dininin hükümlerini açıklamış ve Mekke’yi savaşın yasak olduğu haram bölgesi ilan etmiştir. Böylelikle Mekke şehri emin, mukaddes ve mubarek bir belde olmuştur. 

Bu olay bize bazı dini görevlerimizi hatırlatmaktadır. Şöyleki, bir başarı elde ettiğimizde, gururlanmamamız, insanlara karşı mütevazi olmamız, verilen nimetin ihsanından dolayı şükreder olmamız, çeşitli münasebetleri değerlendirip, insanlara ilahi hükümleri öğretmeyi öngörmektedir. Özellikle de yabancı ülkelerde yaşayan müslümanlara düşen en önemli görev, İslami kimliklerini koruyarak dinimizi temsil etmeleridir. Çünkü sözkonusu ülkelerde bu misyonu yerine getirmeye daha fazla ihtiyaç olduğunu unutmayalım. 

Sonuç

Sonuç olarak Kur’an’da Mekke’nin fethi: “ Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik. Böylelike Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir”, (Fetih suresi, 1-2) ayetiyle ifadelendirilerek fetih, onun mimarisi olan Allah Resulü (s.a.v)’e İlahi bir ihsan olarak sunulmuştur. 

Dolayısıyla şu gerçeği hiç bir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız; eğer bu gün, bir buçuk milyar müslüman, hac ve umre maksadıyla Mekke’yi ziyaret edebiliyorsa bunu, Kabe’yi inşa eden İbrahim ile oğlu İsmail (a.s.) ve onu, güzide ashabıyla fetheden Muhammed (s.a.v.)’e borçuludur.
Cenab-ı Hak bizleri, gönülleri fetheden kullarından eylesin…

Yorum Gönder

To Top