EFENDiMiZ (SAV) ZAMANINDA KUR'AN IN KORUNMASI





EFENDiMiZ (SAV) ZAMANINDA KUR'AN IN KORUNMASI
"Ey Muhammed! Senden önce gönderdiğimiz hiçbir peygamber yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Allah, şeytanın karıştırdığını giderir, sonra Allah kendi âyetlerini (lafız ve mana bakımından) sağlam olarak yerleştirir. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir"

"Korunmuşluk"la, Kur'an vahyinin Hz. Peygamber'e sâlimen ulaşmasını ve nüzulünden itibaren aslını muhafaza ederek günümüze dek intikal etmiş olduğunu anlamak mümkündür. Bilindiği üzere Kur'an diğer İlahi kitapların uğramış olduğu tahrif1 ve tebdîle2 maruz kalmamıştır. Bu sebeple Kur'an'ın hiçbir âyeti, hiçbir kelimesi, hatta hiçbir harfi herhangi bir değişikliğe uğramadan, vahyedildiği orijinal dil üzere günümüze kadar gelebilmiştir. Halbuki diğer kutsal kitaplar için aynı şeyi söylemek zordur. Söz konusu kutsal kitaplardaki tahrife karşı, Kur'an'ın aslını muhafaza etmiş olması, bu korunmuşluğun önemini daha çok arttırmıştır. Elbetteki bunun sebebini Allah'ın "Doğrusu Kitâb'ı biz indirdik, onun koruyucusu da biziz" 3 va'dinde aramak gerekmektedir.

Mahiyeti itibariyle tamamen gaybî bir durum olan vahiy, kurumsal anlamda Allah'tan peygambere doğru bir faaliyettir. Bu faaliyet Kur'an'a göre vahiy meleği aracılığıyla meydana geldiğinden, Kur'an'ın korunarak Hz. Peygamber'e sâlimen intikalinde söz konusu meleğin rolü büyüktür. Bu bakımdan Kur'an vahyinin korunmuşluğu, her şeyden önce onu Hz. Peygambere indiren aracı meleği ve onun güvenilirliğini önemli kılmaktadır4. Böylece vahiy meleği, kendisine eşlik eden o koruyucu meleklerin gözetimi ve koruması altında vahyi getirip peygambere ulaştırmıştır. Bu husus vahy meleğinin ağzından şöyle ifade edilmektedir: " Biz ancak yüce Rabbin emriyle ineriz. Önümüzde, arkamızda ve bunların arasında olan her şey O'nundur. Rabbin asla unutkan değildir"5.

Vahiy meleğini şeytanın her türlü kötülüğünden koruyan Allah, Kur'an vahyini de tebliğ esnasında şeytanların tasallutundan korumuştur. Bunu açıklayan Kur'an ayeti mealen şöyledir: "Ey Muhammed! Senden önce gönderdiğimiz hiçbir peygamber yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Allah, şeytanın karıştırdığını giderir, sonra Allah kendi âyetlerini (lafız ve mana bakımından) sağlam olarak yerleştirir. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" 6.

Olaylara uygun olarak zaman aralıklarıyla inen Kur'an-ı Kerim'in tebliğ aşamasında mevcut olan ilahi koruma Hz. Peygamber tarafından alınan beşerî önlemlerle, tebliğ sonrasında da devam etmiştir. Kendisine nâzil olan vahiyleri Hz. Peygamber derhal vahiy katiplerine yazdırmıştır. Hz. Peygamber okuma yazma bilmeyen bir ümmi idi. Bu hususu Kur'an-ı Kerim şöyle ifade etmektedir "Sen bundan (yani Kur'an'dan) evvel bir kitap okumamış ve sağ elinle de yazmamıştın" 7. "Onlar ki ümmi olan rasul ve nebiye tâbi olurlar"8...Onun ümmî olduğunu tarih bütün açıklığıyla göstermektedir.

Şunu belirtelim ki, Kur'an diğer semâvi kitaplar gibi muayyen bir topluluğa geçici bir süre için indirilmiş değil, kıyamete kadar bütün insanlığa hitab eden evrensel nitelikte bir kitâb olduğu için elbette ki onun hiçbir tebdil ve tahrife uğramadan nâzil olduğu gibi muhafaza edilmeye ihtiyacı vardı.

Kendisine nazil olan vahiylerin bir kitapta toplanmasının ilahi bir murad olduğunu bilen Hz. Peygamber, meleğin tebliğ ettiği vahyi ezberliyor, sonra da vahiy katiplerinden birini çağırarak, gelen kısmı, ait olduğu yeri de tayin ederek yazdırıyordu9. Kaynaklardan anlaşıldığı üzere, Hz. Peygamber, muhtemel bir yanlışlığı düzeltmek için, gelen vahyi yazdırdıktan sonra katipten okumasını istiyordu. Kendisine okunarak mukabele edilmiş olan Kur'an metni, Resulullah'a teslim edilip hâne-i saadette muhafaza ediliyordu10. Yalnız vahiy devam ettiği için, sırayla toplamaya imkan olmadığından bu yazılanlar dağınık haldeydi. Bu arada yazılan Kur'an tümüyle ezberlenmekteydi.

Bilindiği gibi Allah Resulu hem "vahy-i metluv/Kur'an vahyi"ne hem de "vahy-i gayri metluv/sünnet vahyi" ne muhatap idi. Ancak O, kendisine gelen Kur'an'la ilgili bütün metinleri yazdırtır, fakat sünnet vahyini bunun dışında tutarak yazıya geçirtmezdi. Zira O "Benden Kur'an'dan başka bir şey yazmayınız" buyurarak Kur'an'ı Kerim'in yazılması hususunda olağanüstü bir gayret göstermiştir. Hz. Peygamber'in Kur'an'ı öğrenmeye ve öğretmeye teşvik eden hadisleri, bu yöndeki gayretlere hız katmıştı. Sahabîler arasında Kur'an'ı ezber bilenlere "Kurrâ" adı verilirdi11.

Kur'an vahyinin tesbitinde ilk sırayı, hıfz yoluyla yapılan tesbit usülü almaktadır. Zira vahyin Hz. Peygamber'e intikali ancak bu yolla olmuştur. Hz. Peygamber zamanında Kur'an vahyinin tesbiti için resmi bir tedvin yapılmakla birlikte, ezberlemeye daha çok önem verilmekteydi. Çünkü Resulullah'ın ve vahyin muhatabı olan toplumun hakim vasfı, ümmilikti ve o dönemde yazı vasıtalarını teminde de zorluk vardı. Ayrıca, Araplar kuvvetli bir hafızaya sahip oldukları için Kur'an bölümlerini kolayca ezberliyorlardı.

Hz. Peygamberden vahyi işiten sahabiler ya hıfz, yahut ta kitâbet yoluyla dinledikleri bölümlerini tesbit etmeye çalışıyorlardı. Yazı bilenler Peygamber'in tebliğ ettiği vahyi yazıyorlar, ve o yazdıkları metinlerden ezberliyorlardı. Yazı bilmeyen, yahut yazı malzemesini temin etme imkanına sahip olmayanlar ise, Hz. Peygamberin namaz, va'z veya başka vesilelerle okuduğu Kur'an-ı Kerim'i bizzat kendisinden dinleyerek ezberlemeye gayret ediyorlardı. Ancak bu onun eksiksiz olarak tesbit edilip sonraki nesillere nakledilmesinde elbetteki yeterli görülemezdi. Bunun içindir ki, Resulullah Kur'an metninin yazılmasına en az ezberlenmesi kadar önem vermiş ve her vahiy geldiğinde onu hemen yazdırmıştır. Çünkü yazı, hem unutmayı ve yanılmayı, hem de eksiksiz nakli gerçekleştiren yegane vasıtadır12.

Kur'an vahyinin indiği dönemde henüz kağıt mevcut değildi. Bu bakımdan vahiy katipleri gelen vahiyleri kendi imkanlarıyla elde ettikleri malzemelere yazıyorlardı. Bu malzemeler içinde deri ve bez parçaları yazı için en uygun olmakla birlikte diğerlerine göre, temin edilmesi daha zordu. O yüzden bunlar temin edilemeyince taşa, kemiğe, tahtaya ve hurma dallarına yazılırdı. Resulullah'ın tashihinden geçen Kur'an metni, yine onun emriyle çoğaltılıyor, Müslümanların bir kısmı bu çoğaltılan nüshaları alıyor, bir kısmı da tashih edilen metinden kendileri için yazıyorlardı. Kaynaklar, Kur'an'ın tamamının Hz. Peygamber zamanında yazıldığını ve sahabe tarafından muhafaza edildiğini kaydetmektedirler13.

Kendisine nazil olan vahiylerin bir kitapta toplanmasının ilahi bir murad olduğunu bilen Hz. Peygamber, meleğin tebliğ ettiği vahyi ezberliyor, sonra da vahiy katiplerinden birini çağırarak, gelen kısmı, ait olduğu yeri de tayin ederek yazdırıyordu

Kur'an vahyi, Hz. Peygamber'in hayatının yirmi yıldan fazla bir bölümüne yayılmıştır. Yaklaşık çeyrek asra yaklaşan bir süre içerisinde zaman aralıklarıyla gelen kur'an bölümlerini büyük bir titizlikle hıfz, kitâbet ve arza (mukabele) usulüyle tesbit eden Allah Resulü, hayatta iken Kur'an'ı bir cild haline getirememiştir. Zira Hz. Peygamber hayatta olduğu sürece vahiy devam ediyordu. Bazı ayetlerin neshedilme ihtimali mevcuttu. Kitap haline getirilmesi bir takım karışıklıklara sebep olabilirdi. Ayrıca aralıklı olarak indiği bilinen âyetler, bir cilt halinde toplansaydı, bu durum yazmaya, ezberlemeye ve neşre çalışanlara bir takım zorluklar yaşatabilirdi. Diğer taraftan sureler nüzûl tarihine göre tertip edilmediği için inen âyetlerin daha önce inen bir sûreye ilave edilmesi gibi durumlar söz konusu olduğundan kitap haline getirme girişimi karışıklıklara sebep olabilirdi. Vahyin tamamlanmasıyla Hz. Peygamber'in vefatı arasında geçen zaman da Kur'an'ın bir cilt halinde toplanmasına yetecek kadar değildi. Hem hafızalarda ve hem de yazı ile sağlam bir şekilde muhafaza altına alınmış olan Kur'an-ı Kerim, Hz. Peygamber'in vefatından sonra Hz. Ebu Bekir ve Hz. Osman zamanında cem' edilerek bir kitap haline getirilerek günümüze kadar korunmuştur.

Şunu belirtelim ki, Kur'an diğer semâvi kitaplar gibi muayyen bir topluluğa geçici bir süre için indirilmiş değil, kıyamete kadar bütün insanlığa hitab eden evrensel nitelikte bir kitâb olduğu için elbette ki onun hiçbir tebdil ve tahrife uğramadan nâzil olduğu gibi muhafaza edilmeye ihtiyacı vardı. Bu da Hz. Peygamber'in, onu bir takım usûllerle tesbit ettirmesiyle mümkündü. İşte Allah Resulünün de yaptığı, bu görevi kusursuzca yerine getirmekten ibaretti. Onun diğer peygamberlere olan üstünlüklerinden biri de, kendisine vahyedilen kitâbı en sağlam usüllerle tesbit ve muhafaza etmiş olmasıdır.

Kur'an'ın günümüze kadar aslını muhafaza edebilmiş olması, onun ilâhî himaye altında olmasının yanında nebevî tedbirler ve onun izleyicileri olan sahabe ve sahabe sonrası İslâm toplumlarının, Kur'an'ın tahriften korunmasına yönelik sürdürdüğü kesintisiz etkinlikler de söz konusudur. Şayet Hz. Peygamber, Kur'an'ın muhafazası konusunda "Kırâ'at", "Hıfz", "Kitâbet" gibi metodlar uygulamasaydı, belki de bugün elimizde tahriften uzak bir Kur'an bulunmayacaktı. Bu yüzden Hz. Peygamber'in Kur'an'ı yazdırmasını İlâhî korumaya yönelik bir talimâtın sonucu olarak değil, tamamen Nebevî bir tedbir olarak anlamaktayız. Dolayısıyla Hz. Peygamber, Kur'an vahyinin inmeğe başladığı andan itibaren gerekli tedbirleri eksiksiz olarak almış ve böylece ona zarar verebilecek ve tahrife götürecek bütün kapıları kıyamete kadar bir daha açılmamak üzere kapatmıştır.

Kur'an metninin Hz. Peygamber tarafından tebliğ edildiği Mîlâdî VII. yüzyıldan beri her türlü tahrifattan, ilave ve kısaltmalardan uzak kaldığı ve hangi türden olursa olsun bu kadar uzun süre benzer biçimde korunan başka bir kitap olmadığı, ilim adamlarının ortak görüşüdür. Hz. Peygamber ve sahabe tarafından Kur'an'ı korumaya yönelik tedbirler, sahabe sonrası İslam toplumları tarafından da günümüze dek yoğun beşeri çabalar halinde kesintisiz bir şekilde sürdürülmüştür. Kur'an'ın tarihi bir gerçek olarak korunmuşluğu, onun diğer kutsal kitaplardan farklı bir konumda olduğunu göstermektedir. Hala ilk günkü parlaklığı, göz kamaştırıcılığı ve manevi etkileyiciliğini korumaktadır.

 
___
1-Bakara, 2/75; Nisâ, 4/46.
2-Bakara, 2/59.
3-Hicr, 15/9.
4-Elik, Hasan, "Kur'an'ın Korunmuşluğu Üzerine", Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul,1998, s: 4.
5-Meryem, 19/64.
6-Hacc, 23/52.
7-Ankebut, 29/48.
8-A'raf, 7/157.
9-Hamidullah, Muhammed, "Kur'an-ı Kerim Tarihi", Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1993, s:42.
10-Soysaldı, Mehmet, "Nüzûlünden Günümüze Kur'an İlimleri ve Tarihi", Elazığ, 1996, 70.
11-Demirci, Muhsin, " Kur'an Tarihi", Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul-1997, 104.
12-Demirci, a.g.e., 106 vd.; Derveze, İzzet, "Kur'an'ül-Mecid", Ekin yayınları,İstanbul-1997, 97-98.
13-Demirci, a.g.e.,133.









To Top