ZEYTİN . . .



Kalbinin yanına çağırıyor kalıbını. Ruhunun mertebesine kaldırıyor cesedi. Düştüğü her yere sözünü uzatarak. Şaşırdığı yollara, tereddüt ettiği kavşaklara sesini vurarak. Bunaldığı dert duvarlarının arasına taze haberler göndererek.

Zeytinler gülümser dal uçlarında. Davetkârdır; cazibeli bir salınışla çağırır insanı. Teniyle yakında durur ama kalbiyle uzaktır. Saydam eşiklerin nişanesidir; aşılmaz uzaklıkların nöbetine heveslidir. Bir şiirin son dizesi gibi, dudağa değinceye kadar ter dökme bedeli ister. Sahibinin nefhasında demlenir.

Sonsuz emeğin somutlaşmasıdır zeytin. Maddesi eğilse de manası eğilmez öyle. Kolayca ele vermez sütünü. Hemen yâr olmaz el uzatana. Hasreti çekilsin ister. Bekledikçe açar içini. Acıya sarılıdır tadı. Katılığın soğuk perdesi ardına saklar yumuşacık, sıcacık lezzetini. İnce bir sızının nasırlı avuçlarına açar dudağını.

Dua sesidir zeytin. Ümidin serin avazıdır çöl sıcağında. Rüzgârın yanağına yakınlık dokunuşudur. Mevsimler ötesi bir direniş türküsüdür. Kumlar üzerinde yükselen aşkın yeşil tebessümü. Denizköpüğü neyse kıyıların eteğinde, zeytin taneleri de öyle olmalı. Yokluğun siyahını yırtan bir zümrüt müjdesi sanki zeytin…

Ve’t-tîni ve’z-zeytûn!
İnciri tanık gösterirken sözüne Yaratıcı, zeytini de tanıklığa çağırır. Yumuşacıktır incir, kalbini hemen açar. İçinde çokluğu saklar, çeşitliliğin aynasıdır. Biri bin yapan kudretin imzasıdır.

İncir belki de Rabbinin konuşmasıdır insana; ince ve nazik, yumuşacık ve eğilmiş. O halde zeytin insanın Rabbini dinlemesine denk gelir. Rabbi, insana incir yumuşaklığında eğilirken, belli ki insan zeytin katılığında kalıyor. Nazlanıyor. Yumuşamıyor hemen. Mesafe koyuyor. Zaman istiyor. Sabrı çağırıyor. Demlenmeyi bekliyor.

Ne güzel ki Allah, insanın katılığını görüyor. Gördüğünü de gösteriyor. Elçisine insanın katılığını öğretiyor iki kelimelik çağrıda. Evet, evet. Elçi insanın katılığını biliyor. Şefkat kanatlarıyla eğiliyor yeryüzünün sürgün kalplerine. Sabırlı nezaketi, tevekküllü eğilişi, şefkatli gölgesi bütün zamanlara yayılıyor. Alnımıza dokunuyor seslenişinin serin meltemi. Nefesimize dolanıyor huzurlu suskunluğu. Ne olursa olsun, insandan ümit kesmiyor Allah. 

Ve Allah'ın Elçisi.
O ümidi zeytinin şahitliğinde gösteriyor.
İnce bir çizik atıyor katılaşmış kalplere. Saklısını açığa çıkaracağını umarak. Kabuğunu kırmasını bekleyerek. Dünya sızılarından cennet mutlulukları demleyeceğini bilerek. Cevheri cüruftan ayırmak için tenezzül edip konuşarak. Özün kabuğa galip geleceğinden emin olarak. Günahın ümidi perdelemesine mani olarak. Sabrederek. Dönüş yollarındaki tüm kapıları açık tutarak. Kendine gelişin yokuşlarını düz ederek. Kaldırarak taşları ayakucundan. Yine, yeni, yeniden üfleyerek ruh-u revanı.

Tanık olsun ki zeytin; Rabbi, deli gömleğine hapsetmeyecek kalbini insanın. Ruhun labirentlerine yumuşacık ışıklar düşürecek.

Tûr-u Sinâ tanıktır Rabbinin insandan ümit kesmediğine. Ve bu belde, bu emin belde, insanın kalbi tanıktır insanın Rabbine ümit diye yazıldığına.

Ve’t-tîni ve’z-zeytûn!
Kalbinin yanına çağırıyor kalıbını. Ruhunun mertebesine kaldırıyor cesedi. Düştüğü her yere sözünü uzatarak. Şaşırdığı yollara, tereddüt ettiği kavşaklara sesini vurarak. Bunaldığı dert duvarlarının arasına taze haberler göndererek.

O Allah ki insanın kendi kalbinden uzaklaşmasına razı olmuyor. Kendisine küstüğü, ruhunu yitirdiği, huzurunu parçaladığı anlamsızlık sürgününden geri çağırıyor şaheserini.

Tûr-u Sinâ tanıktır Rabbinin insandan ümit kesmediğine. Ve bu belde, bu emin belde, insanın kalbi tanıktır insanın Rabbine ümit diye yazıldığına.

Zeytin ağaçları kadar diri ve yakın, duru ve sıcaktır Elçi’nin çağrısı. Hâlâ…

Kalbinin şehrine dönsün diye yol açıyor insana. Bir iltica adresidir artık Allah'ın Elçisi… Kaçışların hepsi O'na… Sığınakların cümlesi O'nun dudağında.
To Top