ENGEL(Li)LER
GÜNCEL
0
Yorumlar
Soru: Doğuştan veya sonradan, herhangi bir hastalık ya da kaza sonucu, bedenî, zihnî, içtimaî ve hissî kabiliyetlerini çeşitli derecelerde kaybettiğinden ihtiyaçlarını karşılamada ve toplum hayatına uyum sağlamada zorluklar çeken ve günümüzde "engelli" tabir edilen kimselere İslam’ın bakışı nasıldır? Ayrıca, bazı engellilerin kaderi tenkit ettikleri ve çeşitli psikolojik rahatsızlıklara düştükleri görülüyor; kimi insanların da onları küçümseme ve dışlama türünden yanlış davranışlarına şahit olunuyor. Bu konuyla alâkalı mülahazalarınızı lutfeder misiniz?
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetinin
dertleriyle alâkadardı; hor görülme ihtimali olan kimselere karşı özel
muamelede bulunur; mübarek beyanlarıyla, davranışlarıyla ve iltifatlarıyla
onlara yönelen çirkin bakışları hemen izale ederdi. (01.19)
Resûl-ü Ekrem (aleyhi ekmelüttehaya) Efendimizin pazarda dış
görünümü itibariyle farklı olan bir Sahabiye arkadan sarılıp gözlerini
kapatarak iltifatta bulunması... (02.03)
Cahiliye dönemi toplumu kız çocuklarını diri diri gömer,
kadınlara kıymet vermeyip onları dışlardı; onların, işlerine yaramayan engelli
kimseleri eleme gibi de bir ahlakları vardı. İnsanlığın İftihar Tablosu, bir
peygamber tavrıyla toplumdaki o kötü âdetleri değiştirerek, onların yerine
İslam’ın yüce ahlakını ikame etmek suretiyle, o derbeder, perişan, alabildiğine
sergerdan ve serseri toplumdan dünyayı idare edebilecek medeniyet muallimi
insanlar çıkardı, Allah’ın izni ve inayetiyle.
Yemenliler güzel sesleriyle Kur’an okurken, Resûl-ü Ekrem
Efendimiz, Ashabına pencerelerini açıp dinlemelerini işaret buyuruyor. Ubey ibn
Ka’b, Allah Resûlünden "Rabbim emretti, ‘Ubey Beyyien suresini sana
okusun’ buyurdu" sözünü duyunca, "Adımı da andı mı ya
Rasulallah?" diye soruyor. "Andı" cevabını alınca Hazreti Ubey
hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Peygamber Efendimiz bu türlü beyan ve davranışlarıyla
ehli maarife değer atfediyor ve iltifat edilecek mevzularda herkese rehberlik
yapıyor.
Ebu Musa el-Eş’ari de Yemenliydi ve Yemenliler Kureyş kast
sistemine göre aşağılarda bulunan, yabancı, taşralı gözüyle bakılan kimselerdi.
Resûl-ü Ekrem Efendimiz, Ebu Musa el-Eş’ari’yi Yemen’e mübelliğ olarak
göndererek ona iltifat etmişti. Peygamber Efendimiz bazı kimselere nasıl
davranılması lazım geliyorsa, o davranışı ortaya koymak suretiyle diğer
insanların gözlerini açıyor, rehberlik yapıyor; dışlanan kimseleri onure edip
yüreklendiriyor; onlar da vazifelerini yerine getirirken arkalarında kimin olduğunu
düşünerek daha dikkatli yaşıyorlardı.
Bilali Habeşi teninin renginin, kıvırcık saçlarının, ‘şin’
harfini çıkaramamanın mahkumu idi; Arapça’yı çok iyi kullanan Arapların Bilali
Habeşi'ye (radıyallahu anh) bakışlarına rağmen Allah Resûlü onu baş müezzin
tayin etti, orduyu sevkederkenki komutlarını duyurma vazifesini ona verdi ve
böylece bir insanı kölelik hadidinden alıp efendilik zirvesine çıkardı. O
toplumda yaygın olan âleme hor bakma hastalığını tedavi etti; kusur
görülebilecek yerleri görmeme, insanların güzel yanlarına ve Allah’la
irtibatlarına bakma ahlakını yerleştirdi.
Körler, sakatlar, aliller, topallar, kötürümler, bütün
bunlar Allah Resûl-ü’nden seviyelerine göre teveccüh ve iltifat görüyorlardı;
Allah Resûlü toplum içinde onların konumlarını vurgulamak suretiyle etrafındaki
insanlara da onlara karşı saygı duygusunu aşılıyordu.
Çok kimseye düşen vazifeler var, bu vazifelerin bazıları
dinle, bazıları pedagojiyle, bazıları da psikolojiyle alâkalı mevzulardır. Dini
açıdan bakınca, Allah onu öyle yaratmış, hakkında öyle takdir etmiş; her şeyden
önce, Allah’ın o mevzudaki takdirine saygı duymak ve o insanları hafife almamak
lazım. Onda güzel bulup takdir edecek o kadar güzel yanlar var ki, evvela
ahseni takvim.. saniyen, iç yapısı itibariyle inkişaf ettiği zaman letaifi
zahiriyesi, havası batınasıyla melekleri geride bırakabilecek bir donanımı
haiz. Böyle bir insanın, sadece dış yüzü itibariyle, cildindeki biriki
kabarcığa takılarak, Allah’ın onda adeta bir hazine gibi sakladığı meselelerin
bütününü görmezden gelmek Cenabı Hakk’a ait ondaki o güzellikleri görmemektir
ki, din adına çok sakıncalıdır.
Engelli kimselerin psikolojik olarak, mekteplerde rehabilite
edilmesi ve devletin bazı yerlerinde onlara durumlarına göre iş alanları
oluşturulması gerekiyor. Ama ne yazık ki, ne günümüz mekteplerinde onları
bulundukları sıkıntılı durumdan çıkaracak bir eğitim, ne onları temelden
düşünüp değişik yerlere yerleştirecek bir sistem, ne de bizde öyle yerleşik bir
Kur’an ahlakı var.
Ne okul, ne mabed, ne toplum, ne de sokak engellilerin
ihtiyaçlarını karşılayabiliyor. Neş’et edilen ortamın da bozuk olması
nedeniyle, engelliler bir manada gariptirler. Onlar bu garipliklerinin farkında
olup, Allah’a yönelseler, Allah’ın inayetiyle ahiretlerini kurtarırlar. Mesele,
topyekün bir toplumu bütün müesseseleriyle ilgilendiren bir mevzudur. (22.23)
Din açısından meseleyi değerlendirince, Allah onun
ayaklarını bu dünyada aldığına, ona bu ızdırabı yaşattığına göre, öbür tarafta
ona herkesten farklı ihsanlar, faik ayaklar nasip edecektir. Amr ibn Cemuh’un
şehit olup, eğri bacaklarının Cennet’te düzeldiğinin Efendimiz tarafından
görülmesi bu hakikatin şahitlerindendir.
Başkalarına örnek olma adına bazı şeylere katlanma çok
önemlidir. Sara hastalığına müptela bir kadının Cennette kazanacağı şeylere
bedel bu dünyada hastalığının devamını tercih etmesi...
Günümüzde küfür sözleri ve kaderi tenkit çok yaygın. Dilin
nezahetinin, iffetinin korunması çok önemli olduğu gibi dinin namusunun,
şerefinin korunması da çok önemlidir. Başımıza gelen sıkıntılarda bizim kendi
istihkakımızı gözardı ediyoruz. Meseleyi tek yanlı ele alırsak, sadece başa
gelen şeyler itibariyle ele alır ve kendimizi görmezden gelirsek çok ciddi bir
hata yapmış oluruz. "Allah zalim değildir, ortada öyle bir şey varsa
insanlar kendi kendilerine zulmetmişlerdir." (Yunus, 10/44)
"Bu benim kabahat ve kusurlarımın neticesidir; böyle
bir duruma maruz kalışım benim istihkakımdır" demek ve sonra da kazaya
rıza göstererek sabah akşam "Rab olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan,
nebi ve rasûl olarak da Muhammed sallallahu aleyhi vesellem'den razı
olduk!" sözünü gönülden tekrar etmek mü’mince bir tavırdır. (30.00)
Üstad Bediüzzaman hazretlerinin kendi başına gelen şeyleri mukarrabine
yakışır şekilde, kendi istihkakıymış gibi değerlendirmesi…
Kulun başına gelen şeyleri kendi istihkakı olarak
değerlendirip arka planını araştırması, onu tevbeye sevkeder; öyle bir mülahaza
içine girmesi hem Allah tarafından ekstra bir lütfun gelmesine vesiledir, hem
de o insanın kaderi tenkidine engeldir.
"Başınıza gelen her musîbet, işlediğiniz günahlar
(ihmal ve kusurlar) sebebiyledir." (Şura, 42/30) Bu ayet münasebetiyle
İbni Ebi Hatim, Peygamber Efendimiz'den (sallallahu aleyhi ve sellem) –şu
mealde– bir hadis rivayet ediyor: "Ayağına bir diken batsa, sürçsen,
sıkılsan, terlesen, konuşurken bir iki kelimede sürçü lisanda bulunsan ve
bunların hepsinde sıkıntıya girsen, bilmelisin ki, bunlar senin bir kısım kusur
ve kabahatlerinin senin tavırlarına aksetmesinden başka bir şey değildir."
Allah onları günahlarına keffaret olması için verir. Bütün sıkıntılarda kendi
kusurlarını sebep ve sâik olarak görürsen, ne kaderi tenkid eder, ne de dışta
bir suçlu ararsın. Nefsini suçlu gören insan dışta suçlu aramaz. Dışta suçlu
arayan bir insan da hiçbir zaman gerçek suçluyu yakalayamaz.
Bir kimsenin, başına bela gelen bir başkası hakkında "o
hak etmişti" demesi günahtır; o düşünce sui zan, o söz de gıybet olur;
hele hak etmemişse iftira olur.
"Sarfedecek bir şey bulamadıkları için gözleri yaş döke
döke geri dönüverdiler." (Tevbe, 9/92) mealindeki ayeti kerime ile Allah
(celle celaluhu), mazeret sahiplerini fisebilillah mücahede edenlerle birlikte
tutuyor, takdir ve tebcil ediyor. Engelliler gerektiği ölçüde mücahedede
bulunamadıklarından, arkadaşlarıyla beraber gidilmesi lazım gelen yerlere
gidemediklerinden ötürü içlerinde derin bir teessür duyuyorlarsa, o teessür
onlar için ibadet hükmüne geçer. Engellerinden dolayı bazı şeyleri
yapamayanlara, mesela hicret edemeyenlere düşen teessürdür, "keşke ben de
yapsam" demeleridir. Giden arkadaşlara düşen de onları yanlarında
götürmeleridir. Engellilerin her şeye rağmen ülkesini, yurdunu, yuvasını
terkedip hicret etmeleri, halleriyle öyle bir derstir ki, çok önemlidir. Onlar,
içinde bulunduğu heyet için de moral kaynağı olurlar.
Musibetlerin, belaların sabrediyorlarsa insanları amudi
yükseltmesi söz konusudur. Cenabı Hak burada onların ellerinden aldı, öbür
tarafta muzaafını, mük’abını ihsan edecek. Onlar öyle bir mükafatla sefiraz
kılınacaklar. Dünyada elin, dilin, gözün, kulağın ne büyük birer nimet olduğunu
hatırlatma adına, bunların kıymetlerini bilmeyen insanlara da Allah engelliler
vasıtasıyla ders vermiş olacak. "Allah’ın nimetlerini sayıp dökmeye
kalksanız sayamazsınız, ama gel gör ki, insan çok zalim, haddini bilmez,
saygısız ve çok nankördür." (İbrahim, 14/34)