RAMAZAN BiRAZ DA HÜZÜN DEMEK


RAMAZAN BiRAZ DA HÜZÜN DEMEK


Okyanusun ötesindeydi… Ailesinden, sevdiklerinden, hepsinden önemlisi dindaşlarından uzaktaydı. Ne kalem kalem minarelerinden duyulan “Allahüekber” sesleri, ne oruç tuttuğunu ispat etmek için dillerini çıkarıp birbirine gösteren kara gözlü çocuklar vardı yakınlarında.

Okyanusun ötesindeydi; ama sanki Ramazan’ın da ötesindeydi. Ne buram buram kokan pideler, ne telaşlı telaşlı evine yetişmeye çalışan Ramazan’ı idrak eden müminler vardı. Okyanusun ötesindeydi işte. Hem ne bekleyebilirdi ki daha fazla… “Lisanlar farklı, deriler rengârenk” idi. Gurbetteydi işte; gurbette…

Annesinin onu otogardan yatılı okula uğurlayışını hatırladı. Gurbete gitmeyi sadece öyle bir şey sanıyordu; başka bir şehre gitmek, anneden babadan ayrılmak. Ama şimdi anladı ki gurbet asıl buydu; okyanusun ötesine gitmek.

Dondurulmuş yemeğini aldı mikrodalgaya attı ve saatine baktı; daha 10 dakika vardı iftara. Ne çok zaman vardı yemeği hazırlamak için. Oysa ülkesinde 3-4 saat kaldı mı iftara, tatlı bir telaş sarardı insanları, nasıl yetişecek yemekler akşam ezanına diye.

Ne TV’lerde “iftar özel” programları vardı ne de “Çağrı” filmi. Dondurulmuş yemeğinin ısınması için mikrodalga fırınını çalıştırdı. İmsakiye aradı buzdolabının üzerinde, ama yoktu. Sonra internetten baktı ve buldu okyanusun ötesindeki iftar vaktini. Hem bu arada hazırdı yemeği. Ormana bakan penceresinin yanındaki masanın üzerine koydu yemeğini. Kendi ezanını kendi okudu. Kendisine babasının öğrettiği gibi “Allah’ım senin rızan için oruç tuttum. Senin rızan için orucumu açıyorum.” dedi ve “Bismillah” diyerek başladı ilk lokmasını çiğnemeye.

Lokmalar sıra sıra oldu, inmedi boğazından. Sanki düğüm düğüm olmuştu da inmek istemiyordu yemekler aşağıya. “Uzaklarda Ramazan biraz da hüzün demek” derken birkaç damla gözyaşı indi yanaklarından aşağıya doğru usulca. Okyanus ötesinde bir gençti o. Gurbeti her ne kadar hücrelerine kadar hissetse de bir mefkûre uğruna gitmişti ve “Gel” denmeden de gelmeye hiç niyeti yoktu.
To Top