BÜTÜN PEYGAMBERLER iSLAMI TEBLiĞ ETTi


BÜTÜN PEYGAMBERLER İSLAMI TEBLİĞ ETTİ

Cenab-ı Rabbü’l-Âlemin, Maide Sûresi’nin 3. ayetinde, “Bugün kâfirler dininizi yok etmekten ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.” buyuruyor. Zaten Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın diğer yüzlerce ayetine baktığımızda da bütün peygamberân-ı izamın aynı şeyi söylediklerini yine Rabb’imiz haber veriyor. Efendimiz, “İnne’d-dîne inda’llahi’l-İslâm” olarak bildiğimiz bu ayeti Veda Haccı sırasında Arafat’ta ümmetine duyurmuştur. Bu âyetin inişinden sonra Hz. Peygamber ancak 81 veya 82 gün yaşamıştır. En son inen hüküm âyeti budur.

Âl-i İmran Sûresi’nde de Rabb’imiz peygamberlerden nasıl bir söz aldığını anlatıyor: (81. ayet) “Hani Allah peygamberlerden ‘kesin bir söz (misak)’ almıştı: ‘Andolsun size kitap ve hikmetten verip sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir elçi geldiğinde, ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksınız.’

Demişti ki: ‘Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?’ Onlar, ‘İkrar ettik’ demişlerdi de ‘Öyleyse şahid olun, Ben de sizinle birlikte şahid olanlardanım.’ demişti.”

Bildiğimiz gibi her peygamber ümmetini ahir zaman fitnesinden ve Deccal’dan sakındırmış, buna karşılık ahir zaman peygamberini müjdeleyerek O’na iman ve yardım etmelerini emretmişlerdir. Çünkü bu ayetten anlıyoruz ki, bu noktada Allah’a (cc) söz vermişler.

Ayet devam ediyor: “Artık bundan sonra kim yüz çevirirse işte onlar yoldan çıkmışların ta kendileridir. Göklerdeki ve yerdeki herkes ister istemez O’na boyun eğmişken ve O’na döndürülüp götürülecekken onlar Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? De ki: ‘Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a) İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rablerinden verilene inandık. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz Müslümanlarız. Kim İslam’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır!” (Âl-i İmran 82-85 arası)

Her ümmetin ortak sözü: “Biz Müslümanlarız”

Âl-i İmrân Sûresi 52. ayet: “İsa onların inkarlarını sezince, ‘Allah yolunda yardımcılarım kim?’ dedi. Havariler, ‘Biziz Allah yolunun yardımcıları. Allah’a iman ettik. Şahit ol, biz Müslümanlarız.’ dediler.”

Âl-i İmrân 64. ayet: “De ki: ‘Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilah edinmesin.’ Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: ‘Şahit olun, biz Müslümanlarız.”

Âl-i İmrân 70. ayet: “Ey ehl-i kitap! (Gerçeğe) şahit olduğunuz halde, niçin Allah’ın âyetlerini inkar ediyorsunuz?”

Bakara Sûresi 132. ayet: “İbrahim bunu kendi oğullarına da vasiyet etti, Yakub da öyle: ‘Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslâm’ı) seçti. Siz de ancak Müslümanlar olarak ölün’ dedi.”

Bakara Sûresi 133. ayet: “Yoksa siz Yakub’un, ölüm döşeğinde iken çocuklarına, ‘Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?’ dediği, onların da, ‘Senin ilahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek bir ilâha ibadet edeceğiz; bizler ona boyun eğmiş Müslümanlarız.’ dedikleri zaman orada hazır mı bulunuyordunuz!”

En’am Sûresi: 162/163: “Ey Muhammed! De ki: ‘Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur. İşte ben bununla emrolundum. Ben Müslümanların ilkiyim.”

Zümer Sûresi/11-12: “(Ey Muhammed) De ki: ‘Şüphesiz bana, dini Allah’a has kılarak O’na ibadet etmem emredildi. Bana, Müslümanların ilki olmam da emredildi.”

A’raf Sûresi: 123-126: “Firavun, (büyücülerine) ‘Ben size izin vermeden ona iman ettiniz ha!’ dedi. Şüphesiz bu, halkını oradan çıkarmak için şehirde kurduğunuz bir tuzaktır. Göreceksiniz! Mutlaka sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da (ibret olsun diye) sizin tümünüzü elbette asacağım.’ Dediler ki: ‘Biz mutlaka Rabb’imize döneceğiz.’ ‘Sen sırf, Rabb’imizin âyetleri bize geldiğinde iman ettiğimiz için bize hınç duyuyorsun. Ey Rabb’imiz! Üzerimize sabır yağdır ve Müslüman olarak bizim canımızı al.’

Yûnus Sûresi: 90. ayet: “İsrailoğulları’nı denizden geçirdik. Firavun da, askerleriyle birlikte zulmetmek ve saldırmak üzere, derhal onları takibe koyuldu. Nihayet boğulmak üzere iken, İsrailoğulları’nın iman ettiğinden başka hiçbir ilah olmadığına inandım. Ben de Müslümanlardanım dedi.”

Yunus Sûresi/71-72. ayetler: “Nûh’un haberini onlara oku. Hani o bir vakit kavmine şöyle demişti: Ey kavmim! Eğer benim konumum ve Allah’ın âyetleriyle öğüt vermem size ağır geliyorsa, (biliniz ki) ben sadece Allah’a dayanıp güvenmişim. Artık siz de (bana) ne yapacağınızı ortaklarınızla beraber kararlaştırın ki işiniz size dert olmasın! Bundan sonra bana hükmünüzü uygulayın; bana mühlet de vermeyin! Eğer yüz çeviriyorsanız, sizden zaten hiçbir ücret istemedim. Benim ücretim, ancak Allah’a aittir. Bana Müslümanlardan olmam emredildi.”

Mâide Sûresi: 111: “(Ey İsa) Hani bir de, ‘Bana ve Peygamberime iman edin’ diye havarilere ilham etmiştim. Onlar da ‘İman ettik. Bizim Müslüman olduğumuza sen de şahit ol’ demişlerdi.”

Kelime-i tevhid ve Efendimiz (sas)

Kelime-i tevhidde (Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasûlullah) Efendimiz’in (sas) ismi Rabb’imizin (cc) ismiyle asla birbirinden ayrılamaz ve mutlaka birbirini gerektirir bir biçimde yer alıyor. Cenab-ı Hakk insanların, “La ilahe İllallah Muhammedün Resûlullah” demelerine çok büyük ehemmiyet veriyor ve Kur’an baştan sona diğer din sâliklerine ve insanlığa bunu emrediyor. İman ayrılmaz bir bütün olduğu için, nasıl Hz. Nuh’un peygamberliğini reddeden bir kişi başka bütün her şeyi kabul etse de bir anda imanını kaybediyorsa, tüm kitapların müjdelediği ahir zaman peygamberini kabul etmemek de kişiyi iman dairesinden çıkarıyor.

Hz. Muhammed’e (sas) imanı Allah’ımız (cc) istiyor. “Cenab-ı Hakk insanların, “La ilahe İllallah Muhammedün Resûlullah” demelerine ehemmiyet veriyor ve bu cümlenin gönüllerde yer etmesini istiyor. İşte tebliğ adamı, Cenab-ı Hakk’ın ehemmiyet verdiği bu meseleye hayatını adayıp, kelime-i tevhidin gönüllere yerleşmesi için sürekli uğraşması itibarıyla, Rabb’inin büyük gördüğü şeye, yine o şeyin azametine uygun şekilde mukabele etmiş oluyor.” (Bakınız: İrşad Ekseni, s.166 )

Dileğimiz şefaat-i Resûl’e nail olabilmek

“Günah ve hataların ötesinde Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti var, O dilerse çok küçük şeylerden dolayı da affeder. Hem Üstad’ın, hem İmam Gazalî’nin ve hem de Muhasibî’nin dediği gibi hayattayken insan korkuyla tir tir titremeli; ama çaresiz kaldığı ölüm anında ümide ve recaya sarılmalı ve “Ya Rab, benim hiç sermayem yok; sadece ‘Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Rasûlullah’la Sana geliyorum.” demeli. Sekerât-ı mevtte recaya sığınmalı ve “Artık elimden bir şey gelmez; fakat Senin rahmetin melceimdir (sığınılacak yerdir), rahmeten lilâlemîn olan Habîbin de şefaatçim.” duygusunda olmalı. Ne var ki, o zorlu dakikalarda bu hali yakalayabilmek her şeyi yerli yerine koymaya ve temiz olup temiz kalmaya bağlıdır.” (Bakınız: Kırık Testi, s.111)

Evdeki zamanını üçe bölerdi

Evine kendi işleri için girerdi ve bu mevzuda serbestti. Evdeki zamanını üçe bölerdi: Bir kısmını Allah'a, bir kısmını ailesine, bir kısmını da kendisine ayırırdı. Sonra kendisine ait olan vaktini kendisiyle insanlar arasında ikiye taksim ederdi. Ayırdığı bu süreyi halkın umumi ve hususi işlerine hasreder, onlardan hiçbir şey esirgemezdi. Ümmetine ayırdığı zaman süresi içinde faziletli kişileri tercih etmek, dindeki derecelerine göre onlarla ilgilenmek adetlerindendi. Kiminin bir ihtiyacı, kiminin iki ihtiyacı, kiminin de daha fazla haceti olurdu. Hepsiyle meşgul olur, halkı, kendilerine faydası dokunacak işlere yöneltirdi. Müslümanlar kendi meselelerini sorar, o da onlara yararı dokunacak hususları bildirir şöyle buyururdu: "Burada olanlar olmayanlara sözlerimi duyursunlar. İhtiyaçlarını bana duyuramayanların isteklerini bana iletiniz. İhtiyacını sultana iletemeyen birinin bu hacetini ulaştıranın ayaklarına Allah teala kıyamet gününde kuvvet verir."

Peygamberin huzurunda lüzumsuz şeyler konuşulmazdı. Konuşulduğu takdirde dinlemezdi. Yanına hayır umarak girerlerdi. Girenlere Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) muhakkak bir şey tattırırdı. Huzurundan çıkanlar hayır kılavuzları olarak ayrılırlardı.

"Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) gerektiğinde konuşurdu. Ashabını kendisine ısındırır, soğutmazdı. Her kavmin ulusuna ikramda bulunur, onu başlarına geçirirdi. Güleryüzlülüğünü ve huyunu bozmaksızın insanlara karşı dikkatli olur, şerlerinden sakınırdı. Sahabilerinden birini görmediğinde soruşturur, halka aralarındaki meselelerini sorar, güzel şeyleri beğenir, onu destekler, çirkinlikleri de takbih edip halkın gözünden düşürürdü. İşleri tertipli idi, karışık değildi. İnsanların gaflete düşebilecekleri yahut haktan sapabilecekleri endişesi ile müteyakkız davranırdı. Haktan taviz vermez, ondan şaşmazdı. Yakınları, insanların en seçkinleri idi. O'nun katında insanların en üstünü halka en fazla öğüt verenler, en büyükleri de daha çok yardımda bulunanlar idi."

Yorum Gönder

To Top